6 Kasım 2013 Çarşamba

AŞKSIN SEN...

Bu aralar en çok bu şarkıyı dinliyorum. Sözleri öylesine benim bitanecik oğlum için hissettiklerimi anlatıyor ki gerçekten gerçek aşk evlada duyulan hisler bütünüymüş. Bunu en çok Dossam uyuduğunda anlıyorum. O derin derin dalıp rüyalarda oyunlar oynarken, bazen gülüp bazen yüzünü asarken, onu seyretmenin tarifsiz hazzını yaşarken gerçekten bu hayatta en büyük aşkın evlada duyulan aşk olduğunu idrak ediyorum.

Biz artık büyüdük ve 5 Eylül 2013 tarihinden itibaren de yürümeye başladık. Tabi yürümeye başlayınca da bizim de peşinde koşma maceramız başlamış oldu bu vesile ile. Yürümek daha küçücük bir çocuk için meğer ne de mühimmiş. Attığı her adımdaki kahkaha Tanrım böyle bir mutluluk nasıl anlatılır ki :) Hele de biz alkış yaptıkça onun gayreti takdire şayandı. Yemeklerle aramız nedense eskisi gibi değil pek. Yani eskiden ne versem yiyen yavrum artık bazı yiyeceklere yüz çevirebiliyor. Damak tadı mı oluştu ne? En çok beni üzen de eskisi kadar emmiyor. Yavaş yavaş bırakıyor mu beni diye hezayana kapılsam da bunu pek düşünmemeye çalışıyorum.

Gelişimine gelirsek; Kilomuz: 12 kg. Boyumuz: 80 cm. ve 12 tane dişimiz var halen çıkmaya devam edenleri saymadım. Çat pat konuşmaya başladık ve öyle de tatlı olduk ki konuşmaya başlayınca. Kullandığı kelimeler ise;

Gang= tv, telefon, radyo... Yani müzik çalan her şeyin adı Gang. Neden çünkü tam bir Gangnam delisiyiz.
Nanne= Anneanne
Banne= Babaanne
Didi = Dede
Tiyz= Teyze
Del= Gel
Al

Ba= Lamba :)
Bab=baba
Anne
Mer= Ver
Mememmm= Vermem
Amma= Alma
Mem= Emzik
Mam-Haam= Mama
Bu= Su

Görüldüğü gibi biz daha çok heceden başladık konuşmaya. Bu aralar da ikili kelimelerle cümle yapıyoruz. Anne Bu, Bu Mer, Anne Amma, Didi Del... En çok sevdiğimiz şey temizlik gereçleri. Elektrik süpürgesi fenomenimiz, tabi yanında vileda sapımızı da unutmayalım. İşin ilginci harika bir gözlemci vileda sapını öyle bir tutuşu var ki sanki her gün temizlik yaptırıyorum daha 15 aylık bebeğe :) En iyisi fotoğraflar anlatsın :)

Bir de dedim ya yürümeye başladık diye artık çekmece içlerini karıştırmak kar etmez oldu içlerine girmeyi tercih ediyoruz. Buna örnek de hemen aşağıda :)
Bayılıyorum bu hallerine ve ilerde çok özleyeceğimi biliyor olmanın verdiği tatlı bir buruklukla kayıt altına alıyorum her bir anını. Yavrum kendini görünce nasıl da gülümseyecek şimdiden hayalini kuruyor ve mutlu oluyorum. Bizden şimdilik bu kadar dostlar. En kısa zamanda görüşmek üzere...

Sevgiyle...

27 Eylül 2013 Cuma

Kendime çok kızdım çok...

Hafta başından beridir "Süper Dadı" adlı Trt 1 yapımı programı izliyorum. Eski bölümlerini de İnternet üzerinden takip etmeye çalışıyorum. Pedogogların tutumları ve çocuğu eğitme konusundaki tavırlarına hayran kaldığımı söylemeden edemeyeceğim. Bir çocuğu yetiştirirken öncelikle sakin, sabırlı ve en önemlisi kararlı olmak şart. Bunun yanında sınırlar konmalı çocuğa. Yani sınırsız özgürlük ya da kurallarda esneklik tanınmamalı. Bir de şu dikkatimi çekti; çocuğa belli kurallar koyduktan sonra ona bir düşünme molası veriyorsunuz. Bunu yaparken öncelikle yaşı 5'ten büyükse "düşünme odası" yaşı 3,4,5 ise "düşünme paspası" belirliyorsunuz. Yalnız şu var "düşünme odası" olarak belirlediğiniz oda çocuğun odası olmamalı. Bunun için en uygun oda ebeveyn odası. Daha sonra ev içi kurallar koyuyorsunuz örneklemek gerekirse; büyüklere karşı gelinmeyecek, evdeki eşyalar sağa sola atılmayacak vb. gibi. Sizin evinizde neleri kural olarak belirleyeceğinizi çoçuğunuz zaten belli ediyor. Bu kuralları da bir kartonda görsel olarak hazırlıyorsunuz ve duvara asıyorsunuz. Bu konuda çocuğu bilgilendiriyorsunuz. Diyelim ki çocuk evde size karşı geldi, bir defa uyarıyorsunuz, uyarıya uymadığında asla iletişime geçmeden alıp onu düşünme odası/düşünme paspasına götürüyor ve orada yaşı kadar dakika boyunca kalmasını sağlıyorsunuz. Durmak istemeyecektir kararlı, sakin ve sabırla her defasında alıp tekrar aynı yere götürüyorsunuz. Süresi dolduğunda çocuğun boy hizasına eğilip; " bu paspasta/ odada bana karşı geldiğin için kaldın. şimdi benden özür dilemeni istiyorum." diyorsunuz. Çocuk özür dilediğinde ona sevgiyle sarılıp öpüyorsunuz. Burada önemli olan şu; düşünme odası/paspas asla bir tehdit olarak kullanılmamalı ve belirlenen kurallar dışında bir davranışla karşılaşıldığında bu uygulama yapılmamalı. Çünkü siz bu uygulamayı sadece belirlediğiniz kuralları ihlal ettiğinde devreye sokmak için çocukla anlaştınız.

Bunun yanında çocuğa kendi kendine uykuya geçme yetisi kazandırmanın da yolları var. Çocuğu babası yatağına götürüyor ve yatırıp ona bir hikaye okuyor. Daha sonra ışığını kapatıp odasından çıkıyor. Çocuk yatağından çıkıp dışarı çıkarsa, baba tekrar sakin,sabırlı ve kararlı bir ses tonuyla yatağına yatırıyor ve bunu yaparken asla iletişime geçmiyor. Tüm bu uygulamaların yanında ödül uygulamaları da var. Ben bu şekilde eğitimin çocuğa bir disiplin getireceğine fazlasıyla inanıyorum.

Asıl anlatmak istediğim konuya gelirsek; programın bir bölümünde 17 aylık bir çocuk vardı ve anne çocuğu ayağında sallıyordu. (Ben de ayağımda sallayarak uyutuyorum.) Pedegog bunu yanlış buldu ve ona kendi kendine uyuma yetisi kazandırmak için kolları sıvadı. Anne çocuğu yatağına yatırdı defalarca çocuk ağlayarak kalktı ve anne her defasında göz teması kurmadan çocuğu yatırdı. Sonunda çocuk kendi kendine uyudu. Ben de bunu yapabilirim dedim ve daha 13. ayına yeni girmiş olan yavrumu 2 gece önce uyku zamanı geldi diyerek aldım yatağına götürdüm ve yatırdım. Çınarım önce yatmak istemedi kalktı ben tekrar yatırdım. Oyun sandı gülmeye başladı ve her defasında bana sarılmak istedi ben tekrar tekrar hiç konuşmadan, göz teması kurmadan onu geri yatırdım. Bir süre sonra yastığını alıp göz yaşları içinde bana getirdi ben alıp tekrar yatırdım. En sonunda öylesine korktu ve ağlamaya başladı ki ben daha fazla direnemedim. Çünkü onu istemediğimi düşündüğünü fark ettim. Hiç böylesine ağlamamıştı kaldı ki benim yavrum çok düzenli yemeğini yiyen, uykusu gelince bunu belli eden ve iki dakika sallayınca uykuya geçen bir çocuk. Ona böyle bir uygulama için henüz erken olduğunu düşündüm ve o göz yaşlarıyla bana sarılmaya çalışırken onu kendimden uzaklaştırıp yatağına yatırdığım için kendime çok kızdım. Neredeyse tam 1 saat sakinleşemedi canım oğlum. Evet uygulama gayet güzel ve yerinde ama sanırım bizim daha zamanımız var. Öncelikle bunun için benim hazır olmam şart gibi görünüyor. Kesinlikle her istediğini yapmak isteyen ve kurallarda esnek olacak bir anne değilim ama bu konuda sanırım biraz esnek olacağım ve onu hırpalayarak uyutmak yerine uykuyu ona eğlenceli bir hale getirerek uyutmamın daha etkili olacağını düşünüyorum.

Tavsiyem programı mutlaka izleyin ve sizin çocuğunuza uygun olan eğitim şeklini belirleyip çocuklarınızı yönlendirin. Düzenli çocuk düzenli bir gelecek demek bunu anlayacaksınız. Ama benim düştüğüm hataya asla düşmeyin...

Mutlu hafta sonları...

Sevgiyle...
Not: Süper dadı her akşam saat 23:00'da TRT 1 de...



Banyodan çıkmak istemediği için çok kızgın... :)

17 Eylül 2013 Salı

KISA BİR ÖZET

Uzun zamandır yazamadım. Çok iyi bir blogger olamadığım konusunda kendimi sorguluyorum ama sanırım hayatın koşturmasına yetemiyor bünyem. Çok koşturmalı yaşamların insanı olarak bilirim ben kendimi ama bazen bir yerlerde takılıp kalabiliyor insan. Zaman zaman kendi kendime yazıyor olduğumun verdiği tuhaf bir duygu da var. Ama çok takılmıyorum buna. İsterim tüm takipçisi olduğum blogların yazarlarının düşüncelerini paylaşmalarını ama dedim ya ben ne kadar başarabiliyorum bunu? 

Küçük bir kendi kendi muhakeme yazısından sonra geçelim geçen günlerin özetine... Paşamın doğum günü çok güzel geçti. Her ne kadar benim hazırlık sürecimde huysuzluk yapıp beni bir hayli bunaltsa da ben onu doğum günü çocuğu oluşunun şımarıklığına verdim. Anneanne,Babaanne,Teyze-enişte, Hala ve çok değerli dostlarımızla çok güzel bir doğum günü geçirdik. Dedelerimiz aramızda olamadılar bir daha ki sefere diyerek onları da anlayışla karşıladık. 

Artık 1 yaşında olan Paşa 5 Eylül' de ilk adımlarını attı ve büyüdüğünü bize gösterdi. Gerek onun heyecanı gerekse bizim heyecanımızı keşke doğru kelimeyi bulabilsem de ifade edebilsem. 
Çınar Taha kaç yaşında ?  :=)









Sevgiyle...





22 Ağustos 2013 Perşembe

ÇINAR TAHA 1 OLDUUUUU :)

Bu gün sen çok gençsin yavrum,

Hayat ümit,neşe dolu,

Mutlu günler vaat ediyor, 

Sana yıllar ömür boyu

Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni

Doğarken ağladı insan 

Bu son olsun bu son...

9 Ocak 2012... Varlığını öğrendiğim an biliyordum hayatımın bir daha asla eskisi gibi olmayacağını... Daha olgun olmam gerektiğini, iki kişilik düşünmem gerektiğini, hayat boyu hep tetikte uyumam gerektiğini ve tüm bu duygularla savaşırken, endişelerimi sana asla belli etmemem gerektiğini... Ben bir daha asla eski ben olamayacaktım. En ufak bir uyuşmazlıkta rest çekemeyecektim mesela. O dik başlı yanımdan, o asi karakterimden eser kalmayacaktı. Öyle de olmalıydı çünkü ben anne olacaktım. Ve annelik her zaman hayata hep biraz sulu gözlerle bakmakmış, bunu öğrenecektim. Senin için yemekler yiyecektim, senin için mutlu olacaktım ki sen dünyayla tanıştığında sağlıklı olabil, mutlu olabil diye... 

İlk tekmeni hissettiğim gün gözlerimden akan yaşı tarif edemem. Dudaklardan gülümseme yayılırken gözlerden yaş akabiliyormuş bunu öğrendim. Sabrı, merak etmeyi, beklemeyi öğrendim. Sen içimde daha küçücükken bana neler öğrettin neler... Sonra o beklenen tarih geldi. 23 AĞUSTOS 2012... Seninle tanışacağım o kutsal gün. Sen 50 yaşına da gelsen ben her şeyi bir parça unutur bir hafızayla köşeme de çekilecek olsam bu tarihi unutmayacağımdan eminim... Çünkü sen benim en zor zamanlarımın en mühim destekçisi oldun. Babanın asker yolunu gözlerken ve baban her gittiğinde, gece çöküp ben yalnızlığımla kaldığımda, sen o  minik tekmelerinle aslında yalnız olmadığımı hissettirdin bana. Evet ben yalnız değildim. Ve asla yalnız olmayacaktım.

Canım oğlum, her şeyim, yaşama sebebim... Önünde kocaman bir hayat var. Tek gayem senin ilerde gurur duyulacak bir birey olman. Bunun için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Hayat türlü güzellikleri içinde barındırdığı gibi kötülükleri de içinde barındırıyor maalesef. Ama başımıza gelen bir felaketin sorumlusu hayat değil bunu unutma. Her zaman akıllı ol yavrum. Seni üzen, kıran insanlara cezalarını ağırlığınla, olgunluğunla, aklınla ver. Asla ilk düşündüğün şiddet,intikam olmasın. Her zaman adil ol evladım. Maalesef para hayatta kalmak için şart ama paranın senin efendin olmasına izin verme. Başarıların asla daha çok para kazanmak için olmasın. Kendine duyduğun saygı için ve kendine yakıştırdığın statü için başarmaya gayret et. Hayatı sev, insanları sev, hayvanları sev ama en önemlisi kendini sev. Kendini sevmekle başlar çünkü sevgiyi vermek. İnsanları kırma yavrum. Kırılan bir kalbi onarmak inan bana en zor olanı ve sen onaracağın bir kalbi kırmamayı tercih et. Her zaman efendi ol, her zaman dikkatli ol çocuğum. Güven kaybetmemek için her zaman dürüst ol. Dürüst olduğun için seni terk edenlerle karşılaşsan bile sen dürüstlüğünden asla taviz verme. 

Eşini seçerken onunla bir hayat boyu mutlu olabilmeyi hedefle. Çünkü bu hayatta baban da ben de gün gelecek göçüp gideceğiz ve sen eşinle, ailenle kalacaksın. O yüzden her haliyle, her hatasıyla sevebileceğin bir eşin olsun. Seni sen olduğun için seven ve onun olduğu için her şeyini sevdiğin bir kadınla birlikte aynı yuvada mutlu olabilirsin. Biz babanla senin evlilik hayatın boyunca sana örnek bir eş olmaya çalışacağız ama sen kendi yuvanı kuracaksın. Kendi ailen olacak o nedenle ailene her koşulda sahip çık evladım. Her zaman karının arkasında kale gibi dur. Kimselere ezdirme ve muhtaç etme yuvanı. Sen de sakın ezmeye kalkma karını. Unutma o da bir anne kuzusuydu ve annesini babasını bırakıp seninle hiç bilmediği bir hayata evet dedi. Ona öyle bir mutluluk ver ki evladım her gün sana evet dediği için kendini şanslı hissetsin. Ve seni çok sevsin... Sen de eşini ve eşinin ailesini sev, say... Hoşuna gitmeyen şeyler bile olsa eşinin ailesini kendi ailenden ayrı tutma evladım. Biz her zaman senin için ilk sıradayız bunu zaten biliyoruz ama bunu asla eşine hissettirme.

Son nefesime kadar her zaman yanında olacağımı ve her ne olursa olsun annen olduğum için hep mutlu olacağımı bil. Seni her şeyden çok seven annen...

Doğum günün kutlu olsun oğlum. İyi ki seni dünyaya getirdim ve iyi ki benim oğlum sen oldun...

Not: Doğum günü detayları çok yakında...

Sevgiyle...

6 Ağustos 2013 Salı

İÇİMDEKİ KÜÇÜK ÇOCUK HİÇ BÜYÜMEDİ... (Serap Tan Hediye Çekilişi)

Hepimizin içinde küçük bir çocuk vardır ve o hiç büyümez... Bazen o küçük çocuk kendini dışarıya fazlaca çıkarır ve siz bile isteye engel olamazsınız. Her bayram olduğu gibi benim de bu bayram içimdeki küçük çocuk kendini dışarıya bıraktı ve bu  bayram Serap Tan sayesinde Jelibon tadında bir bayram geçirmek istiyor... Duyuyorsun içimdeki çocuğun sesini değil mi Serap Tan :)





Herkese mutlu,huzurlu ve sevgi dolu bayramlar...

Sevgiyle...


22 Temmuz 2013 Pazartesi

NASIL GEÇTİ HABERSİZ...

Bu aralar fazla yazamaz oldum bloguma... Hayat koşturmasını bilenler bilir, iş ve ev arasında dokunan o mekik kimi zaman savuruyor da insanı anlayamıyorsunuz hiçbir şey... Fotoğrafsız olacak bu post ama şimdiden affola en kısa zamanda geliyor fotolar... Makinenin usb kablosunu evde unutmuşum ve iş yerinde dönüşmeli çalışmaya başladık ramazan dolayısıyla. Ben sekreterimizle dönüşmeli olunca haliyle pc bana ait olmuyor ve dolayısıyla ben de bu postu fotoğrafsız hazırlamak zorunda kalıyorum.

Bir önceki postumda yıllık izin alıp İzmir-İstanbul tatili yapma planımızdan küçücük bahsetmiştim ancak benim dünyalar tatlısı oğluşum aniden ateşlendi. Ateşimiz 40 ları bulunca soluğu hastanede aldık. Çınarımın kendi doktoru yıllık izinde olunca biz de başka bir doktora götürdük. Ayrınıtılı bir muayene sonucu yavrucağımın ağır bir boğaz yolu enfeksiyonu geçirdiğini öğrendik. Sürekli ateşini ölçmemiz gerekiyordu. Biz hiç o kadar yüksek ateş görmediğimiz için dijital koltuk altı ateş ölçerimiz vardı. Hastalık tüm çocukları huysuz yapar malum benim yavrum da o dijital ateş ölçerin koltuk altında duruşuna tahammül edemeyince biz de doğru Vatan Bilgisayar'dan Braun Kulaktan ateş ölçer aldık.


Gerçekten çok memnun kaldım ve Vatan Bilgisayarın yoğun ilgisine de çok teşekkür ederiz. Orada bizim Üniversitemizden mezun olan öğrencimiz de çalışıyordu (Ersin Demir) onun ilgisi ayrıca teşekkürü hak ediyor.








Böyle hastalıkla uğraşırken tabi tatile gitme fikrini iptal ettik. Yıllık iznimi de canım oğlumla birlikte evde geçirdim. Bu süreçte canım kardeşimin kayınvalidesi uzun süredir kanserle uğraşıyordu. En son beyninde tümör çıktı ve çok kısa sürede tüm vücuduna yayıldı. Allah'ım yattığı yeri mekan etsin O'nu kaybettik ve ölümün bu denli yakınımıza gelmesi beni biraz ürküttü. Bu hissi yıllar önce canım Dayım Ferda Yılmaz'ı kaybettiğimde hissetmiştim. Sevgili damadımız Tolga, kardeşleri Çağrı ve Tuğrul çok erken yaşta annelerini kaybettiler ve biz hala sanki Mükerrem teyzemizi hastanede yatıyor gibi hissediyoruz ölümü o hayat dolululuğuna o cıvıl cıvıl esprilerine hiç mi hiç yakıştıramıyoruz. Hastalığıyla ilgili, dökülen saçları ve kaşlarıyla ilgili öylesine espriler yapardı ki inanın hayatınızda kendi hastalığını bu denli kabul etmiş hayat dolu bir insan çok az tanımışsınızdır. Ruhu şad olsun ve mekanı cennet olsun...

Oğlumun gelişimlerinden bahsetmeden olmaz... 5. dişimiz çıkmak üzere yani beyaz bir pirinç tanesi görünüyor artık üst sağ tarafta. Bunun yanında artık rahatça tutunup kalkıyoruz hatta bir kaç saniye day day duruyoruz sonra tabi popomuzun üzerine düşüyoruz ama azmimizi hiç kaybetmiyoruz. Öyle hareketliyiz ki bir saniye yerimizde durmuyoruz ve tüm çekmeceleri büyük bir zevkle alaşağı ediyoruz. Herkes ve özellikle büyüklerimiz yaşını karşılayacağını söylüyor, umarım öyle olur diyorum ama şimdi bu denli hareketliyken yürümeye başlayınca ne yaparım diye de düşünmeden edemiyorum. Yaşayacağız ve göreceğiz...Söylenenleri çok net anlıyoruz mesela elimizde ekmek ya da çubuk kraker yiyorsak "bana da ver hadi" dediğimizde hemen uzatıyor, etrafındaki herkese yediğini yedirmek istiyor, kendi yemek yemek için çabalıyor, anahtar ve gitmeyi birbirine bağladı anahtarı eline alınca baş baş yapıyor. Telefonun konuşma aracı olduğunu çok iyi biliyor eline telefon almışsa "aloo" dediğimizde kulağına götürüyor. Kumandayı televizyonla eşleştirdi kumandayı eline alınca televizyona uzatıyor kanal değiştiriyormuş gibi. Silme işlemimiz tam gaz devam ediyor eline bir bez veya ıslak mendil almasın yeter ki her yeri bir güzel siliyor. Tamamen taklit dönemine girdi sanırım ne görse onu yapıyor. Balonlar en çok sevdiği oyuncaklar dedemiz de (babam) bol bol balon alıyor torununa. Elini gözlerine kapatıp daaa deyip açıyor. İşaret parmağıyla her şeyi göstermeyi öğrendi. İsteklerini çok rahat işaret parmağıyla işaret ederek isteyebiliyor ve suya "buu" diyor. Doğum günümüz yaklaşıyor bir ay sonra 1 olacağız ve hazırlıklara yavaştan başladık. Geçen akşam babaannemizi iftara aldık bununla ilgili postumuz çok yakında geliyor.


Not. Üç tane misafirim daha gelmiş bloguma... Hoş gelmişler safa getirmişler dilerim zevkle takip ederler...

 Sevgiyle...

28 Haziran 2013 Cuma

Gecikmiş Post... Sevdoş da yuvadan beyazlar içinde uçtu...

Çok uzun zaman oldu buraya şööyle eni konu yazmayalı... Düğün koşturması, hayatın tatlı-zor yanları derken buraları epey bir boşladım sanki... Ama blogları okumaya devam ettim hep. Aslında yazacak o kadar çok konu birikti ki... Mesela Dossa artık emekliyor, tutunup kalkıyor ve tutunarak ilerleyebiliyor. Bu aralar biraz huysuz muhtemelen tekrar diş dönemine giriyoruz. Yavaş yavaş kelimeleri çıkarmaya başladık; "gel (del) , hadi (adi), anne, baba, dede, adda , eda (ada)" İsteklerini de "öööö" diyerek belli ediyor yani artık derdini güzelce anlatabiliyor. Pek hareketli olduğumuz için de zayıflıyoruz :( Ama anne sütünü hala bırakmadık çok şükür. En sevdiğimiz yerler masa altları. Bayılıyoruz oraya girip ev halkına ceee yapmaya. Bebekliğimde ben de çok girermişim masa altlarına oğluşum da bana çekiyor sanırım. Son zamanlarda da emziğimizi ağzımızdan alıp yere atıyoruz ve sonrasında kahkaha atıyoruz. Eve biri yeni geldiğinde onu kahkahalarla karşılıyoruz ki bayılıyorum ben buna. Bir de "anne,anne, anne " diye bir şarkımız var keşke onun o mırıldanışını size duyurabilsem. Bunu sadece oyuna fazlaca daldıysa yapıyor, kaç sefer çekmeye çalıştım makineyi fark edip bıraktı oynamayı.

Bu süreçte canımdan canı evlendirdik haziranın 14'ünde... Güzel bir düğün oldu, Sevdoşum çok çok güzel oldu, her şey harikaydı yani. En iyisi ben aradan çekilip sizi fotoğraflarla bırakayım...

Teyzemizin düğününde konseptimiz böyleydi... Çok mu sevimli olmuşuz, ne :)









Kına yakmadan gelin gitmez...














Vee güzel çiftimiz sonunda dünya evine girdiler... Tek duamız hep mutlu olmaları.

Bu arada düğünün sonlarında ben acile yetiştim yüksek ateş ve sıtma... Sanırım klimalar dokundu bir iğne ve ilaçla iki günde kendime geldim. Düğünün sonunu bu nedenle çok zor geçirdim...

Temmuz başında İzmir'e tatile gidiyoruz... Döndüğümde buralarda olacağım :)

Sevgilerimle...

19 Haziran 2013 Çarşamba

Yorgun iklimlerin ırak mültecisidir artık zaman.
durduramazsın hani geçer gider yörenden
anılar dehlizine son kez bakmak bile geri getirmez gülen gözleri
sahi gülen gözler kan revan edilir mi
edilir...
dört mevsimin bir anda gelmesi gibiyse aşkın diğer yüzü
 kıştır hep elimizde kalan
kışın karlı soğuğundan mütevellit yorgun düşer yüreğin diğer yarısı
diğer yarısı yaralıdır çünkü
ağlarsın, dövünürsün, unutursun hatırlatılır
sil baştan dersin... sildirilmez
kıyılan , giden hayatın her bir anı diker gözlerini üzerine
yalnız değilsen bile ortada kalmışlığın gerçeğiyle yüzleşirsin
gidecek yerin vardır elbet ama vazgeçemediğin minik eller keser yolunu
o minik ellerin yüzü suyu hürmetine kan kusarsın
kızılcık şerbeti içecek yerin kalmaz...
bir zamanlar içinde canlar yaşattmaya çalıştığın, aşlar kaynattığın, deterjan kokusunu her bir köşesinden zevkle fışkırttığın o yuva mezar olur sana
ve sen o minik eller uğruna nefes alırsın o mezarda...


11 Haziran 2013 Salı

Neden...

Gizli hesaplar, halkı halka kırdırmalar, halkı bölmeler... "Akp' ye oy verenler - vermeyenler, Türbanlılar-türbansızlar, solcular- sağcılar..." diye uzar gider bu liste... Farkında mısın bilmiyorum ama solcusu sağcısı kalmadı artık gündemde. Eskiden iki kelime kadar basit değildi "solculuk-sağcılık" şimdi gündemde çok büyük bir kelime var "Akp'liler - Akp'li olmayanlar." Anlayamadığım şu; Akp'li olanlar sağcı, olmayanlar solcu mu oluyor? Mümkün değil... Ülkeyi bu hale getirmek için gerçekten mantıklı nedenlerin var mı bilmiyorum. Ama neden böldün bizi %50'ye ? 
Sana oy verirsek memur olabildik, sana oy verirsek erzak yiyebildik, sana oy verirsek ısınabildik. Oy korkun mu vardı da bu kadar göz boyamaya kalkıştın. Hani ihtiyaç sahibi, bilinçsiz kesimin gözlerini bir hayli boyadın da... Eee ne oldu sonra başa geldin. Şimdi o erzak dağıttığın, dumanı göğü delen, kokusundan durulmayan kömürlerle ısıttığın halka gaz sıkıyorsun, göz altına alıp işkenceler ettiriyorsun, tehditler yağdırıyorsun. Seni ilk izlediğimde, mitinglerde, gerçekten çok zeki bir politikacı olduğunu düşünmüştüm. Halkı nasıl safına çekeceğini ve onlara nasıl hitap edeceğini çok iyi bildiğini zannetmiştim. Değerlerini büyük sanmıştım. Yavaş yavaş gösterdin kendini. Senin yanında olmayanlar malum çok sürmedi niyetini anlamaları ama yanındakilerden de pek gizleyemedin yüzünü... Önce bir Ergenokan attın ortaya tüm askeriyeyi içeriye topladın. Sonra bunun çok araştırılmaması için türban ayrımını sürdün devreye. Türbanlı olanlar müslüman, olmayanlar başka oldu. Türbansız bayanları satılık evlere benzettin ki bir lider(!) için ne çirkin bir benzetmeydi. Çünkü türbanlısı da türbansızı da, inananı da inanmayanı da senindi... Senin halkındı daha doğrusu öyle olmalıydı. Neden her yere kendi insanlarını yerleştirmeye çalıştın? Doğumun sezeryanlısına normaline karıştın, içeceğin kuş sütüne, ayranına karıştın, sigarayı yasakladın ama tekel girişini engellemedin. Çünkü çok iyi biliyordun ki sen bunu yasakladığında içme oranı artacak bu durumda tekelden daha çok kazanacaksın. Gerçekten halkın sağlığını düşünen bir lider "dumansız hava sahası" için tekeli sokmaz ülkesine... Açlık sınırını 1000 tl yaptın ama 800 tl ile işçi çalıştırıp bir de üstüne vergiler, zamlar yıktın. Devlet memuru olmayı neredeyse senin önünden geçmeye kadar vardırdın. Eskiden memur olmak için sadece KPSS sınavı vardı şimdi o sınavdan sonra bir de RTESS sınavı var. Bütün resmi bayramların kutlamalarını kaldırdın. Peki soruyorum bu içini rahatlattı mı? Neye ise öfken, geçti mi güzelim bandolar susunca, fener alayları sönünce... T.C yi kaldırmaya kalktın söyle başkan neden bu kadar düşman ettiler seni Ata'ya ve onun ilkelerine... Neden ATA' nın izlerini silmek için adeta kendini unuttun? Kim yönlendiriyor seni başkan. Tüm bunlar senin şahsi emellerin olamaz. İlkokulda, lisede, Üniversitede sen de okudun İstiklal marşını, Gençliğe Hitabeyi...  O Hitabe hiç mi tüylerini diken diken etmedi? Hiç mi içini titretmedi bandolar eşliğinde okunan zafer şiirleri... Milletin hür ve bağımsız olması bu denli rahatsız etmiş olamaz seni.  Anlamaz mı sandın bu gençlik örgütlenmeye çalışırken aslında tek yapmak istediğin şeyin ülkeyi yok etmek olduğunu... Türkiye Cumhuriyet'i nin o değişmez ilk 3 maddesini değiştirip, kendi özerkine uygun bir ülke yaratmaya çalıştığını... Anladık Başkan. Anladık... Anladık ve birleştik başkan. Kardeşiz biz... Türkü, çerkezi, kürtü, sünnisi, Alevisi... hepimiz kardeşiz. Yolda bir polis gördüğümüzde gülümseyip geçebilmeliyiz. Bir parkta otururken her an burası AVM ya da Kışla olacak diye korkmamlıyız. Çocuklarımızla yürürken bir biber gazı yutacak diye odalara kapanmamalıyız. Bizim refahımız, huzurumuz senin elinde başkan. Sen bir halkı birbirine kırdırabilirsin ya uzlaştırabilirsin... Ama böyle ATAlarına Ayyaş, kendilerine Çapulcu diyerek değil... Şehit annelerini azarlar gibi konuşarak değil... Terörü mübah kılarak değil... Yapma başkan doğunun batının oyunlarına gelme. Sen Türkiye Cumhuriyeti'nin başkanısın. Bu kadar gaddar olamazsın. Ne sen Stalinsin ne de bizler tavuk...

Blogger notu: Bu yazı yüzünden içeri düşme riskim var mı bilmiyorum ama umarım her şeyin hayırlısı olur ve bir gün mutlu temiz bir havaya açarız gözlerimizi...

3 Haziran 2013 Pazartesi

SONUMUZ BAŞTAN BELLİYDİ...

Bu daha ne ki... Daha neler göreceğiz, ne gazlara maruz kalacağız belli değil... Bu daha ne ki... Düşünce özgürlüğü yok, insanca yaşama fırsatı yok, eşinle çocuğunla, dostunla özgürce sokaklarda yürüme imkanı yok... Güzelim Türkiye nereye gidiyor hiç belli değil. Neyin öfkesi bu, neyin intikamı... Bir lider bu kadar nasıl nefret eder halkından? Hangi rejimin yasasında, anayasasında geçer bu hak? Acıyorum, üzülüyorum... Yavrularımızı nasıl bir dünyaya yetiştiriyoruz korkuyorum...





23 Mayıs 2013 Perşembe

10. Ayımıza Giriyoruz ve Kızamık Aşısı 1. Doz

Büyüyoruz, büyüdükçe güzelleşiyor, güçleniyoruz... Gülüşlerimiz daha bir anlamlı oluyor, çıkardığımız sesler konuşmanın habercisi ve etrafa artık daha bilinçli bakıyoruz. Çünkü geride 10 ay bıraktık. Bu süreçte her gün, her hafta, her ay öğrendiklerimize yenilerini ekledik. Her öğrendiklerimizi bir önceki bilgilerimizle pekiştirdik ve bebeklikten çıktık çocuk olmanın verdiği o öz güveni daha bir hisseder olduk. Gezmelere pek bir bayıldık bu aralar, havalar güzelleşti ya anne her gün dışarı çıkardı çünkü, bu da bizi tarifsiz mutluluklara uçurdu. En sevdiğimiz müzik çaldığında popomuzu dışarı doğru çıkararak oynamaya çalışıyoruz el çırpıyoruz. Yani hareketli müzikleri seviyoruz. Yerde sürtünmeye başladık, emeklemek için çok büyük bir çabamız var. Yürüyebilmeyi o kadar istiyoruz ki bunun için elimizden gelen her türlü çalışmayı bıkmadan usanmadan yapıyoruz. İnsanları, özellikle yakınlarımızı artık çok iyi tanıyoruz hatta yabancılara da gülücükler atıp onların gönüllerini de yapıyoruz. Hala kulaktaki küpeleri çekip almaya bayılıyoruz, saçları çekiyoruz, pijama bağcıkları, kablolar, kumandalar ilgimizi çekiyor ama telefona eskisi kadar düşkün değiliz. Hala 4 dişimiz var ancak arka dişlerimiz fazlaca kaşınıyor bu aralar. Banyo yapmayı, suyla oynamayı çok seviyoruz. En yakın zamanda şişme havuz alınıp, Dossa sularla buluşturulmalı. Yaşlı insanlara ve çocuklara müthiş ilgimiz var, ki bu annenin genlerinden geliyor büyük ihtimalle, nerede bir çocuk ya da yaşlı insan varsa ona dokunmak istiyoruz ve bakışlarımızı onlardan almıyoruz. Geçen gün annenin iş yerine gittik ve oradaki herkesi çok mutlu ettik. Annenin masasına oturduk, bilgisayarıyla oynadık. Annenin oda arkadaşı Teyze bizim önümüze tüm imkanları sundu dolayısıyla çok mutluyduk. 

Dün de bizim oraların pazarı kurulur. Anneyle ilk defa pazara gittik ve çok mutluyduk. Pazarcı amca bize  portakal verdi. Başka bir teyze bileğimize mavi boncuk verdi. Tam uyuyacaktık pazarcıların bağırışlarına meraklı bakışlar atıp uyumak ve uyumamak arasında kaldık. Ama harikaydı bundan sonra anneyle her hafta pazara gitmeye karar verdik. 
Bugün de ay dönümümüz olduğu için Kızamık aşısının 1. Dozunu vurdurduk. İğne enjekte edilirken biraz ağladık ama sonrasında ağlamadık hatta bebek arabamıza binerken gülücükler attık. Şimdi anneyi  işe gönderdik, babaannemiz ve dedemizle eğleniyoruz...


Sevgiler...

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir Tek Annem Olsun Bana Bir şey Olmaz...



Ne şarkılar, ne şiirler yazıldı bu kutsal kelime için... Zaman zaman anlayamadık; ama O hep anladı. Kızdık, "of" dedik; ama O hiç "of" demedi. Dışarı çıkarken arkamızdan can havliyle seslendi "şemsiye al yağmur yağar", şemsiye almadık, yağmur yağdı; ıslandık... " Atlet giy terlersin", atlet giymedik, terledik, hasta olduk. Ne dediyse biz hep tersini yaptık ama hep O haklı çıktı. Çünkü o ANNEYDİ... Tanrım Annelere üstün bir güç vermiş, üstün hisler, üstün bakış açısı... İşte tam da bu yüzden cenneti de Onların ayakları altına sermiş.


Canım annem... 30 sene önce saçları daha gürdü, yüzü daha pürüzsüz, daha zayıftı ve kucağında tuttuğu yavrusuydu... Şimdi yıllar yüzüne her bir senenin çizgisini bıraktı, saçları azaldı, doğum kiloları kaldı ve şu an kucağında torunu var... Anneydi, Anneanne oldu. Adının yanına bir ad daha ekledi. Anneliğini kutsallaştırdı. Ama hayatım boyunca yanımdan bir an ayrılmadı. Zor zamanlarımda o kocaman kanatlarının altına aldı beni. Yanlış anlaşılacak bile olsa annem ömrü olana kadar annemdi benim. Beni asla bırakmadı. Hep doğruyu öğretti. İnsanlara iyi olmayı, sevginin karşılığını beklememeyi, koşulsuz sevmeyi, eşine sadakatle bağlı olmayı, evinde huzur veren bir kadın olmayı, dostlarını her zaman güzel anmayı, aile bağlarını, önce insanlığı, sonra evlat olmayı, sonra da kadınlığı öğretti bana... Öğrettiklerinin ne kadarını doğru yaptım, ne kadarını yanlış yaptım bilmiyorum... Nasıl bir anne olmam gerektiğini ise işte onu çok iyi biliyorum. Annem gibi bir anne olabilecek gücü Tanrım bana versin inşallah. Çünkü benim bir tek annem olsun bana hiç bir şey olmaz...

Benim ilk anneliğim... İlk anneler günüm... İlk tecrübem, ilk acemeliğim, ilk toyluğum... Çok özeldi bu gün benim için. Çınarımın her Anne deyişinde kendime daha çok güvendim. Telefonum çalıp "anneler günün kutlu olsunn" dendiğinde anneliğimin verdiği o kalabalığı anladım. Ben anneydim ve her şeyin çok üstünde geliyordu artık bu. Önceliklerimin sırası değişti. Tüm kararlarımı, tüm adımlarımı, tüm isteklerimi şekillendiren o minik vücut canıma can kattı. O parlak iki göz gözlerime her değdiğinde yaşama sebebimi anladım. Uykusuz gecelerim varsın olsun. Yorgunluğum şöyle bir kenarda dursun ben onu yaşatırken bana can katan meleğim, daha güçlü soluk almamı sağladı. Onun ilk okula başladığı günü gördüm, delikanlılığa adım attığı süreci gördüm, ilk iş gününü gördüm, evime bir kızla gelip "anne gelinin" dediği günü gördüm, düğününü gördüm, çocuklarını gördüm... Elimde çayım balkonda her bir yudumda oğlumun geleceğini düşledim. Tanrım bana onu en iyi şekilde yetiştirecek gücü, bilgiyi versin.

Burası oğluma...
Canım oğlum bu postu seneler sonra okuyacaksın. Bu bana yaşattığın ilk anneler günüm. Sen şu anda hiç farkında değilsin ama gülüşünle, anne deyişinle bana en büyük hediyeyi verdin. Bana anne olma fırsatı verdiğin için Tanrım'a  sonsuz şükürler olsun. Senin annen olduğum için çok mutluyum ve çok şanslıyım. Dilerim seneler sonra baba olduğunda, senin annen olduğum için kendini şanslı hissedebileceğin günler verebilirim sana... Seni çok seviyorum...

Önce annemin sonra kendimin ve tüm annelerin anneler günü kutlu olsun...

Sevgiyle...

9 Mayıs 2013 Perşembe

Sadece sen anla küçük bebek...

SİZ GİDERKEN O AĞLIYOR BAZEN

O gözyaşları nasıl da bir anda büyük bir hızla düşüveriyor yanaklarından. İnsanın yerçekimine isyan edesi geliyor. Ama yapacak bir şey yok, onu orada, kapının önünde elinizde ayakkabılarla terkedip, dışarıya çıkmak, kapıyı kapatmak, sırtınızı kapıya dayayıp sizi unutmasını ummak zorundasınız. Çalışıyorsunuz çünkü ve bitecek bir gün bu ızdırap; o büyüyecek.

Evet artık siz de gözyaşlarınızı silin ve bu sorunu büyütecek davranışlardan kaçınmaya çalışın. Mesela o üzülmesin diye sabahları gizli gizli evden kaçmaktan vazgeçin. Çok zor biliyoruz ama ona anlatmaya çalışın, bu anne işe gidecek ve işe gitmek kötü bir şey değildir. Büyüyünce sen de gideceksin güzel bebek, hayatımızın bir parçası bu.

Anlatın ona anne gidecek, akşama gelecek. O gelince birlikte yapılacak o kadar çok güzel ve eğlenceli şey var ki… Mesela birlikte yemek pişirilecek ve yenecek. Şarkı söylenecek, resim yapılacak, dans edilecek, parka gidilecek (gece yarısı bile olsa). Olacak olacak, hepsi olacak… Sadece sen anla küçük bebek, bu anne hepsine yetecek.




Not: Bu yazıyı Facebook'ta gezerken Bebek Anneleri sayfasında okudum ve gözlerim doldu. O kadar güzel ve o kadar hissedilerek yazılmış ki... Gözyaşlarımı tutamadım çünkü benim küçük bebeğim de artık arkamdan ağlamaya başladı. Ama asla ondan kaçmadım. Gizli gitmedim hep anlattım, Anne para kazanacak, sana güzel oyuncaklar alacak, seni parka götürecek... Biliyorum bir çoğunu henüz tam olarak anlamıyor ama anlayacak... Benim oğlum beni herkesten daha çok anlayacak...

Sevgiyle...

3 Mayıs 2013 Cuma

Yuvadan Bir Kuş Uçtu...

Biraz hüzünlü ama çok mutlu bir gün yaşadık 02.05.2013 tarihinde. Birtanecik kardeşim, ilk oyun arkadaşım, hayatım, kıymetlim, değerlim kısaca her şeyim bu tarihte mutluluğa ilk adımını imzaladı. Yer yer gözlerim doldu yer yer güldüm ama nedense o karşımda çıtı pıtı dururken, ben hep onu, saçları tepeden toplu, üzerinde ona çok yakışan tulumu, yanaklarında kırmızı kırmızı alerjisiyle hatırladım. Sanki karşımda kocaman, saniyeler sonra evli bir kadın olacak biri değil de, daha küçücük bir kız çocuğu duruyordu. Aramızda öyle çok yaş yok sadece 2 yaş küçük benden ama yine de sanki o hiç evlenmeyecek, ailemizin küçük kızı olarak kalacaktı. Allah'a şükür eşi yani biricik damadımız dünyalar tatlısı bir insan. Kardeşimi hiç üzmeyeceğine ve ona ne kadar değer vereceğine yürekten inanıyorum. Her zorluğun üstesinden birlikte geldiler bundan sonra karşılarına çıkacak en büyük zorluklarda bile el ele vereceklerini çok iyi biliyorum. Düğünümüz Haziran ayında olacak ama eşimin ve Duruca Yaşamak blogunun sahibesi kuzenimin eşinin şahitlik ettiği bu güzel nikahın fotoğraflarıyla sizi baş başa bırakıyorum. Siz de onlara mutluluklar dileyin ve huzurlu bir yuvaları olsun diye dua edin e mi...

İmzalar atıldı ve evlilik cüzdanı birlikte teslim alındı.
Şahitlerimiz bu güzel nikaha tanıklık ettiler.
Evin reisi belli oldu :)
Mutlu Son.


3 Hürel... Hiç bir zaman ayrılmayacak 3 kuzen... 3 kardeş...


Ve kutlama yemeğimiz... 

Not:  Kardeşimin "Abla resimleri niye küçücük koyuyorsun biraz büyük koyarsan daha rahat görürüz" uyarısından sonra fotoğraflar büyütülmüştür. :)

Sevgiyle... 
Mutlu hafta sonları...

Ortaya Karışık...

Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki neresinden hangisinden başlayacağımı bilemiyorum.  Hep diyorum ya yaz gelince işte ben böyle birden fazla şeyle meşgul oluyorum tabi yoruluyorum ama keyif de alıyorum. İlk önce blog sayesinde tanıştığım, blogunu okurken keyif aldığım, yorumlarıyla beni hiç yalnız bırakmayan, zaman ilerledikçe çok iyi anlaşacağımızı ve birbirimizi seveceğimizi umduğum güzel insan Esra'nın Gezegeni blogunun sahibesi Esracığım yeni görüntümün fotoğrafını istemişti bu foto Esracığım için;


Hafta sonu anneannemizle keyif yaptık balkondan oyun oynayan çocukları izledik. Top çok ilgimizi çekti ve saatlerce topu seyrettik. Balkondan hiç ayrılmak istemedik. Çocuklara içimizden, "bekleyin beni büyüyünce ben de böyle oynayacağım" diye sözler verdik. Yürümeye daha çok heveslendik. Belki yürürüz umuduyla oturmayı bıraktık hep ayakta durmak istedik. Ayakta banyo yapmak, ayakta giydirilmek hatta ayakta yemek yemek için direndik. Bu aralar ayakta durmak en çok keyif aldığımız şey oldu. :)


                               
 Bir kaç gün önce 6. Hastalık diye bir hastalıkla tanıştık. Hastalık önce ani bir ateşle kendini gösteriyor. Ancak bu ateşin   neyle alakası olduğunu pek anlamıyorsunuz. Ben dişe yorduğum için sabah akşam bir ölçek Ateş düşürücü ağrı kesici şurup verip ince giyisiler giydirdim. Ateşli 2 günün sonunda tabi huzursuzluk da var cildimizde kırmızı benekler çıkmaya başladı. Fotoğrafta yüzümüzdeki gitmiş vücudumuzda kalmıştı. Doktora giderken ki kombinimiz bu şekilde. Hastalıkla ilgili ayrıntılı bilgi Tık Tık.              









Doktordan sonra babaanneye gittik ve ordan babamızla dışarıyı seyrettik.
                  







1 Mayıs işçi bayramıydı bize de tatildi ben de bundan mütevellit ne zamandır ağırlamak istediğim iş arkadaşımın ailesini davet ettim. Menü oluştururken de bloglarda gezinirken Fatoşca Tadlar blogunda  Paşa Lokumu tarifini gördüm hemen denedim ve sonuç mükemmeldi. Arkadaşıma bu güzel tarifi için çok teşekkür ediyorum...

Gerçekten başlıkla çok uygun tam Ortaya Karışık bir post oldu... Umarım okurken keyif alırsınız.

Sevgiyle...

30 Nisan 2013 Salı

Zamanla...

İnsan neler öğreniyor zamanla...
Önce kırgınlıklar çalıyor kapımızı hani hiç istemesek bile
Umulmadık sözler kazınıyor yüreklerin dehlizine
Bağıramıyorsun, yüreğindeki yangını ne yaparsan yap söndüremiyorsun
Dur demek istiyorsun o an akan zamana
Dur ki yanmasın yüreğim daha fazla
Ne zaman duyuyor feryadını ne de kor
İnsanları tanıma safhası burada devreye giriyor ve yerini zamanla insanlara karşı temkinli olmaya bırakıyor.
Sen ki insanları önce insan olduğu için seviyorsun
Şaşırıyorsun belki
Belki anlamaya çalışıyorsun
Ama asla yüreğindeki katılığa engel olamıyorsun
Zira bu senin elinde olmuyor.
Yürek bir daha yanmamak için miğferini giyiyor, zırhını takıyor
ve sen bir gün hiç ummadığın bir anda ve asla olmaması gereken bir yerde yığılıp kalıyorsun...
Olmaması gerekiyor,
Yaşanmaması gerekiyor
Ama oluyor...
Düzene dur diyemiyorsun.
Ve bir daha yığılıp kalmamak için daha çok güçleniyorsun
Etrafına daha iyi bakıyorsun ve birdaha aynı insanlara asla güvenmiyorsun...

Gecikmiş 23 Nisan Etkinliği

Dünyayı verelim çocuklara, hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar,
Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında.
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim,
Sıcacık bir ekmek somonu gibi verelim,
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar.
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ve ölümsüz ağaçlar dikecekler...
                                   Nazım Hikmet RAN...


Çocuklarımızın belki de bir günlüğüne hür oldukları daha doğrusu onlara armağan ettiğimiz bu güzel günü biz de dedemizle doyasıya kutladık. Dossama çok düşkün olan dedemiz (babam) o gün ille de Dossayı parka götürmek istedi ben de bu güzel günde, yüreğinde böylesine büyük bir sevgi barındıran hayat dolu dedemizi kırmadım ve işte bizim ilk 23 Nisan etkinliğimiz. Kuzucuğumun şaşkınlığını gözlerinden okuyacaksınız.




Son fotoğrafta Dossam açık havaya yenik düştü ve mışıl mışıl uyudu.Anne de bu arada ne zamandır gidemediği kuaförüne gitti bakımını yaptırdı ve saçlarını harika bir sarıya boyattı... :)



Gecikmelerden dolayı çok özür diliyorum. Yorgunluk beni biraz halsiz yapmıştı ama şimdi çok çok iyiyim ve şarkının da dediği gibi "Özüme sözüme döndüm/ Doğruyu yanlışı gördüm/ Can çıkmamış yerinden/ Aslan gibi geri döndüm..."




Sevgiyle...

12 Nisan 2013 Cuma

DOSSA YOLLARDA... (Rize-Trabzon-Batum)

Hesapsız çıkan tatilleri hep sevdim ben. Planlayıp tatile çıkmanın zevki ayrı ama öyle hiç hesapta yokken eşinden gelen ani bir telefonla apar topar yollara dökülmenin zevki de bambaşkaymış... Gerçi eşimin bu yanını hep çok sevdim ben :)  4 nisan perşembe günü Dossanın doktor kontrolünü yaptıktan sonra o akşam yola çıktık. Dossam yolda biraz huzursuzlansa da sonra derin bir uykuya daldı. Gece saat 00:00 sularında Rize'ye Görümcemin evine vardık. Ziyaretimizin asıl sebebi görümcem 1 sene önce evlenmişti fakat biz bir türlü gidememiştik. Bu güne kısmetmiş. Bizi çok güzel karşıladılar yemek yedik, çay içtik... Yol yorgunu Dossam hemen uyuyakaldı zira bizi çok yoğun bir program bekliyormuş. Cuma günü Enişte bey okula gitti biz de evde zaman geçirdik. Akşam 16:00 gibi Trabzon-Forum a gittik. Ben alışveriş yaptım bunu ayrı bir post olarak paylaşacağım sizlerle.
Alışverişin akşamı bizi çok güzel bir restauranta götürdüler. Cemil usta köfte/balık. Gerçekten harika ve çok nezih bir mekandı. Yemyeşil ışıklandırması size birazdan harika bir mekana gireceğinizin haberini veriyor zaten. Garsonların hızı ve hijyen bizi çok mutlu etti. Ayrıca köfteleri de gerçekten harikaydı... 

Cumartesi günü Gürcistan/Batum' a gitmek üzere hazırlandık ve yola koyulduk. Hava pırıl pırıldı ve ben Dossam ilk kez yurt dışını görecek diye heyecanlıydım. Arabada bunalan Dossayı sadece zıbınıyla bıraktık. Sınır kapısına geldiğimizde gördüğümüz arabalar bizi dehşete uğrattı içeri girmek için kaç saat beklememiz gerektiğini gerçekten hiç tahmin edemedim. Üstelik Dossa arabada artık hiç durmak istemiyordu. Zaten sınırdan sadece araç sahibi geçebiliyor bizler yürüyerek geçecektik. O yüzden biz de dışarı çıktık ve kıpkırmızı yanaklarıyla Dossam etrafına gülücükler saçmaya başladı bile. 

Gürcistan საქართველო

 Karadeniz’in doğu kıyısında, GüneyKafkasya’da yer alan ülke. Tam adı Gürcistan Cumhuriyeti’dir. Eski Sovyet cumhuriyetlerinden biri olan Gürcistan'ın kuzeyinde Rusya, doğusunda Azerbaycan, güneyinde Ermenistan ve güneybatısında Türkiye yer alır. Ülkenin batı sınırını Karadeniz belirler.

Girişte Dossam şaşkın şaşkın etrafına baktı. Bir sürü insan, her birinin ellerinde poşetler, biz sürekli bir yürüyor bir duruyoruz. Haliyle o da şaşırdı ama keyif aldığı her halinden belliydi. 








Önemli gördüğümüz her yerde fotoğraf çektik. Sol üstteki ilk fotoğraf maddi durumu yetersiz halkın binası. Diğer fotoğrafta da Zeus'un heykeli var. Sol alttaki fotoğraftaki heykelin elinde tuttuğu gerçek altınmış. 




Yoğun ve yorucu bir gün oldu ve günün sonunda balık aldık ve evde balık yaptık Dossam da ilk balık çorbasını tatmış oldu. Hiç bir sıkıntı yaşamadan yedi çok şükür. Pazar günü dönüş günümüzdü ama biz yine de gezmekten vazgeçmedik. Bu kez rotamızı Trabzon uzungöl'e yönelttik. O kadar güzel bir doğası vardı ki biz çok keyif aldık. Uzungölün ilerisine de mutlaka gidin harika bir manzarası var. Hediyelik eşya alabileceğiniz küçük, sevimli dükkanlar ve Karadeniz'in tüm çehresini yansıtan hediyelikler gerçekten beni bir Karadeniz kızı olarak çok mutlu etti. Her ne kadar yüreğim Güney'e kaysa da içimde bir yerlerde Karadeniz kızı olduğumun gurur mu var ne? Kalanları size fotoğraflar anlatsın. 


Gezimizin sonunda yediğimiz Muhlama ve saç kavurma... Bence mutlaka yemelisiniz...





Sevgiyle...

Blogger Notu... Bize evini açan ve bize harika bir üç gün yaşatan sevgili görümceme ve eşine eşim, Dossam ve kendi adıma sonsuz teşekkürler...
   

4 Nisan 2013 Perşembe

Bahar Hediyesi Kapınızı Çalarsa...

Dedim ya daha önce Nisan ayı benim için Yaz ayına kalan son adım olduğu için hep daha özel ve daha önemlidir. Nedense Nisan ayına girdiğimiz an itibariyle içimde rengarenk kelebekler uçuşuverir. E tabi buna bir de Bahar hediyesi eklense fena mı olur?

Blogunu zevkle takip ettiğim Serap Tan' ı okurken bir çekilişi duyurduğunu gördüm. Ben de şansımı bir deneyeyim dedim. Merak edenleriniz için Tık Tık ...

Sevgiyle kalın...

Sd Smz



2 Nisan 2013 Salı

222 Gün... O kadar Büyüdün mü Sen?


Zaman ne kadar hızlı geçiyor ve asla yetişemiyorsunuz. Her şey, tüm yaşadıklarım dün gibi oysa. Dossamı kucağıma verdikleri gün geçti, babamızın askerden geldiği gün geçti, evimi taşıdığım gün geçti, doğum iznimin keyfini çıkardığım günler geçti, geçti, geçti derken biz 222 günlük olmuşuz. Zamanın akan hızını en güzel  fotoğraflar gösteriyor zira Dossam nasıl fark atmış, nasıl serpilmiş... Gözlerim dolarak hesapladım günlerini...



Alt dişimizin çıktığını daha önce yazmıştım. Şimdi üstten de iki dişimiz var ve toplam 4 dişimiz oldu... Yerde sürtünmelerimiz başladı. Hiç zorlanmadan sırt üstünden yüzü koyun dönmeyi aştık, istediğimiz yöne 360 derece dönebiliyoruz. Örtünün üstünden daima döne döne çıkıp halının ya da parkenin üzerine çıkmaktan son derece keyif alıyoruz. Örtünün üzerindeki herhangi bir oyuncağa uzanamadığımız zamanlarda örtüyü çekerek istediğimiz şeyi alabiliyoruz ki ben hala bunu nasıl akıl edebildiğine şaşıyorum. Eskisi kadar kucakta dolaşmıyoruz artık. Mama sandalyemizde yemek yemeye bayılıyoruz. Öyle ki, ben ne yesem onu yemek istiyor gözü kalmasın diye tattırıyorum, bu konuda çekincelerim var doğru mu yapıyorum diye, bunu kontrolümüzde doktorumuza soracağım. Ama elimde değil ne yesem yemek istiyor. Bizimle birlikte yemek yemeye bayılıyor. İlk çayımı içmeme izin veriyor ancak kendime ikinci çayı koyduğum an mama sandelyesinden beni al diye o iki minik kollarını uzatıp çığlıklar atıyor. Sahi ikinci bardağı içeçiğimi nasıl anlıyorsun bu da ayrı bir hayret ettiğim durum.

Çoraplarımızdan nefret ediyoruz. İki ayağımızı bir birine sürterek o çarapları gün içerisinde defalarca çıkarıyoruz. Bu şekilde çıkaramadıysak ayağımızı tutup çekiyoruz. Ayhan dedemizin aldığı oyuncaklarla eskisinden daha çok oynuyoruz ancak çanta sapı, krem kutusu, kablolar, cep telefonları ve en önemlisi bilgisayar en büyük ilgi alanımız. Bunlardan herhangi birini gördüğümüz zaman değişik sesler çıkarıp onu istediğimizi net bir şekilde belli ediyoruz. Yani kendimizi yavaş yavaş ifade etmeye başladık.

Çok net bir şekilde ANNE diyebiliyoruz. Daha çok küçükken sadece ağladığımız zaman Anneye yakın bir ses çıkarıyorduk. Ama artık gayet rahat Anne diyoruz ve her durumda bunu söylüyoruz. En son 30 Mart Cuma günü Şeda Şeda Şeda dedik ki bu beni anlatılmaz derecede mutlu etti. İsmimi söylemesindeki büyük pay Babaannemizin. Benim geliş saatlerime yakın Babaannemiz "gel Seda, gel Seda" diyormuş. Hafızamız çok çabuk kapıyor. Yüretecimizi çok seviyoruz zira en çok o zaman özgürüz. İstediğimiz her şeyi çok yakından görebiliyorz ve her şeye dokunabiliyoruz. En çok da perdenin kanadıyla oynamaktan keyif alıyoruz. Bir de salondaki çamaşır makinası en büyük merakımız. Mutfaktaki renkli çöp kovasıyla uzun uzun kendi dilimizde konuşuyoruz. Ağlarken neredeyse kavga ediyoruz, söyleniyoruz. Elimizden birşey alındığında ya da istediğimiz birşey verilmediğinde sinirli bir şekilde geri cevap veriyoruz ki ben buna çok gülüyorum. Büyüdüğünde bana geri cevap verdiğinde bu kadar masum karşılayabilecek miyim ? Zorlu kabız günlerimiz geride kaldı çok şükür şimdi kaka yaptığımızda mutluluktan uçuyorum. Biri bana buna sevineceğimi söyleseydi güler geçerdim. Uykularımız biraz daha düzene girdi, emmeye devam ediyoruz çok şükür. Ama yine de geceleri 2-3 kez uyanıyoruz. Biri odadan çıktığında peşinden ağlamaya başladık, en çok da benim arkamdan ağlıyorsun ve ben korkuyorum biraz daha büyüdüğünde ben işe giderken ağlarsın diye... Dışarı çıkmayı ve gezmeyi çok seviyoruz. Dış kapıyı görünce seviniyoruz. Alkış yapmayı çok seviyoruz. Ve keyifli olduğumuzda sürekli alkış yapıyoruz. Tel sara yı baya bir öğrendik ama arada alkşla karıştırıyoruz. Gülmeyi çok seviyoruz ve o kadar güzel kahkahalar atıyoruz ki en üzgün zamanınızda bile size tüm sıkıntınızı unutturabilir.

Çalışan anne olmak zor vesselam. Uykusuzsun, işlerin yetişmiyor, ama her şeye bedel bir yanı var anneliğin. Hele de mutlu bir yuvanız varsa işte her türlü zorluğun üstesinden gelinir... Herkese bebişleriyle uzuuuuun ömürler ve mutlu günler...
Sevgiyle...




1 Nisan 2013 Pazartesi

Modason'dan harika hediyeler...

Nisan ayı nedense bana hep huzur verir. Yaza duyulan özlem sonucu mudur, baharın kuş cıvıltıları ve o tatlı, ılık serin havanın sarhoşluğu mu bilmiyorum ama içim hep kıpır kıpır olur. Nisan ayının ilk çekilişine katılayım dedim ben de ve nedense içimde bana çıkacakmış gibi bir his var? Çıkar mı dersiniz. Çekilişi merak eden ve katılmak isteyen olursa ayrıntılar için tık tık .

Sevgiyle kalın...


29 Mart 2013 Cuma

Dondurma...

Çalışan kadının hafta içi misafir ağırlaması zordur. Mesai bitince eve gelirsin ve asıl mesai evde başlar. Koştur koştur akşama değişik tatlar sunabilmek için adeta odadan odaya, masadan tezgaha savrulur durursun. İşte bu gibi durumlarda sevgili iş ve oda arkadaşım benim bu " ben ne hazırlayacağım şimdi" paniğimi yok sayacak harika, basit ve bir o kadar leziz bir tarif verdi. Denedim ve çok beğenildi ben de sizler de deneyin diye paylaşıyorum...


Malzemeler

2 adet yumurta sarısı
2 adet yumurta akı
1 su bardağına yakın şeker
1 limon suyu (hazır olmasın)
1 paket krem şanti
1 paket petibör bisküvi

Yapılışı :  2 adet yumurta sarısını 1 adet sıkılmış limonla çırpın. Ayrı bir kapta 2 adet yumurta akını bir su bardağına yakın şekerle çırpın. Yine ayrı bir kapta paketin üzerinde yazan şekilde krem şantiyi çırpın. Kutuda 2 paket olur 1 paket yeterli olacaktır. Daha sonra çırpılmış üç karışımı bir kapta bir araya getirip 3-4 dk daha çırpın. Petibör bisküvileri rondoda çekip borcamın altına serpin. Üzerine karışımı döküp donması için buzluğa koyun. 4 saatte donacaktır. Keserek servis edin. Dilerseniz üzerine çikolata sosu da yapabilirsiniz. Ben sossuz yaptım ama arkadaşım soslu da çok leziz olduğunu söyledi.
Afiyet olsun...
Bu güzel tarifi için arkadaşıma çok çok teşekkür ediyorum...

Sevgiyle...